Petra ve Rose, Londra'nın biraz dışında bir semtte, iki katlı bir evin ikinci katını paylaşan iki arkadaştılar. Rose bir kitapçıda, Petra ise bir cafe de çalışmaktaydılar. Çok az kazanıyor olmalarına rağmen, küçük evlerinde mutluydular ve bir çok konuda mükemmel denecek kadar iyi anlaşan bu iki genç kız, birbirleri için gerçek anlamda dost olduklarınıda çok iyi bilmekteydiler.
O yıl, yaz sonuna doğru, Petra aniden rahatsızlandı. Bir kaç gün yatıp dinlenmenin o na iyi geleceğini ve sonra yine işinin başına dönebileceğini düşünüyordu ama öyle olmadı. Aradan haftalar geçmesine rağmen, Petra bir türlü iyileşememişti. Rose kısıtlı imkanlarına rağmen, defalarca doktor çağırmış, muayene ettirmişti Petra'yı ama, doktorlar da kesin bir şey söylememişler ve her defasında Rose'nin eline bir reçete sıkıştırıp "Bir de bunları kullansın" demekle yetinmişlerdi.
Haftalar geçmişti. Petra'nın durumu gün günden daha da kötüye gidyordu. Rose gündüzleri işe gitmek zorunda olduğundan, kendisi işteyken Petra ya alt katta oturan yaşlı evsahibeleri gözkulak olmaktaydı. Rose her akşam iş çıkışı arkadaşının yanına koşuyordu, hep bir umutla...
Derken sonbahar gelmişti. Petra, cam kenarındaki yatağından, solgun ve bitkin hali ile bütün gün bahçedeki erik ağacının yapraklarını seyretmekteydi. Bir akşam güçsüz sesi ile,
-Rose, sonbahar geldi. Erik ağacı yapraklarını savuruyor.
Bir an durakladı yutkundu, gerçekten çok zor konuşabiliyordu.
-Rose, ben o erik ağacında ki son yaprağın düştüğü gün öleceğim!
Rose önce irkildi, sonra hiddetlendi.
-Saçmalama! diye bağırmaya başladı. Fakat Petra o günden sonra hep aynı şeyi tekrarladı durdu. Öyle inanıyordu. Erik ağacının son yapraığı düştüğünde ölecekti.
Zaman çabuk geçmekteydi, kısa bir süre sonra bir Cumartesi sabahı uyandığında erik ağacında sadece üç tane yaprağın asılı kaldığını farketti. Petra yine o son derece bitkin sesiyle ve artık kurtulmak istiyormuşcasına.
-Rose, çok az kaldı. Ben öleceğim. dedi. Rose cam kenarında arakasını Petra ya dönmüş gözyaşı dökmekteydi, kendini zorlayarak "Saçmalıyorsun" diyebildi zorlukla ve sonra birşeyi bahane ederek koşaradım merdivenleri indi, yaşlı evsahibelerinin boynuna sarılıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Yaşlı kadın da son derece endişeli ve kederliydi ama elinden gelen birşey yoktu. Ertesi sabah Petra uyandığında, Rose'nin evde olmadığını farketti. Oysaki günlerden Pazar dı ve Rose sabahın bu erken saatinde asla dışarıya çıkmazdı. Bir süre sonra yaşlı kadın geldi Petra'nın yanına ve o na bir not uzattı.
"Petra, aylardır her hafta sonumu seninle geçirmekten çok sıkıldım. Bugünü kendime ayırdım. Akşama eve geç döneceğim, beni meraketme. Bayan Kenston seni yalnız bırakmayacağına dair bana sözverdi, o yüzden içim rahat. Beni anlayacağını umuyorum, görüşmek üzere tatlım... Rose..."
Petra bu notu okuduktan sonra, Rose'ye ne kadar haksızlık ettiğini farketmişti. Aylardır her hafta sonu o na "Beni yalnız bırakma Rose" diye ısrar ettiği için şimdi hem üzülmüş hem de bu kadar bencil davrandığı için kendisinden utanmıştı.
O günün akşamı Rose eve gelmedi. Gece yarısı saat bir sularında, bayan Kenston yanında iki adamla birlikte Petra'nın odasına girdi ve Petra'nın yatağını odanın bir diğer köşesine çektirdi. Petra hastalığından ötürü geceleri son derece bitkin olduğundan, kendisinde onlara neler olduğunu soracak gücü bile bulamadı. Evet yatağı odanın diğer köşesine çekmiş ve daha sonra da hiç birşey söylemeden çıkıp gidilmişti.. Petra neler olduğunu anlamaya çalışmış ama bu son derece saçma davranışa bir anlam verememişti. Sonra yine ilaçların etkisiyle derin bir uykuya dalmıştı. Ertesi sabah çok erken bir saatde bayan Kenston, yine yanında o iki adamla birlikte Petra'nın odasına girip, yatağı yine cam kerındaki eski yerine çektirdi. Petra güçlükle,
-Neler oluyor bayan Kenston? Neden yatağımı oradan oraya taşıyorsunuz? Hem de hiç olmadık zamanlarda...
-Senin haberin yok. Dün gece nasıl bir fırtına vardı biliyor musun?! Pencereler pek sağlam değil, cam kenarında üşütebilirdin. Şimdi fırtına dindi biz de yatağını yine eski yerine çektik.
Ertesi gün, daha sonra ki gün ve ondan sonra ki günlerde Rose eve gelmedi. Petra artık iyice endişelenmekteydi.
-Bayan Kenston, Rose'nin başına mutlaka birşey geldi. Polise haber vermeliyiz. O na birşey oldu yoksa o beni asla bu kadar uzun süre tek başıma bırakmazdı...
Artık dayanacak gücü kalmamıştı ve başını yaşlı kadının omuzuna koyup hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Bu öyle bir ağlamaktı ki yaşlı kadın şaşkın , ne yapacağını ne diyeceğini bilemez bir halde sadece Petra'nın saçlarını okşayıp, "Üzülme" diyebilmişti.
Petra saatlerce ağladı ve hep aynı şeyleri tekrarlayıp durdu.
-Biliyorum, o nun başına kötü birşey geldi... O na birşey oldu... bunu hissediyorum...
Yaşlı kadın artık dayanamıyordu. Gözlerinden yaşlar süzülürken bir yandan konuşmaya başladı.
-Petra, güçlü olmak zorundasın. Hayat bazılarına karşı son derece acımasız... Sana nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum ama artık saklayamam çünki sen böyle kahroldukca, ben de seninle birlikte tükendiğimi hissediyorum... Petra güçlü olmak zorundasın yavrum...Güçlü ve metanetli olmak zorundasın... Rose öldü !
-Öldü mü !!!... Nasıl... nasıl öldü?
Yaşlı kadın ağlayarak anlatmaya devametti.
-Hani şu erik ağacındaki yaprak var ya... O en son yaprak da düştüğünde öleceğine o kadar çok inanıyordun ki, Rose bu duruma bir çare bulmak gerektiğini düşündü ve bulduda. Bir akşam benim dairemde oturup, kırtasiyeden aldığı özel bir karton ve boyalarla bir yaprak yaptı, o nu erik ağacına çıkıp bağlayacak ve o erik ağacının hiç düşmeyecek son yaprağı olacaktı. Böylelikle sen de umudunu hiç yitirmeyecektin. Bunun bir mucize olduğunu düşünecek ve hayata yeniden bağlanacaktın. Rose böyle düşünüyordu. Yaprak bittiğinde, o korkunç fırtınanın olduğu gece, sen uyuyana kadar benim dairemde bekledi. Zaten gündüz de gerekli özel malzemeleri almak için alışverişe çıkmış daha sonra akşama kadar yine benim dairemde o yaprağın inandırıcı görünmesi için uğraşmıştı. Sana Not yazıp bıraktığı gün, Rose aslında hiç bir yere gitmemişti, benim dairemde bütün gün kartonlarla, kalemlerle uğraşıp durdu. Sen uyuduktan sonra birlikte bahçeye çıktık bir merdiven yardımı ile erik ağacına tırmandı, yaprağı dallardan birine bağladı ve sanıyorum fırtınanın etkisiyle, dengesini kaybetti ve düştü... O nu hastaneye götürdüğümüzde artık yaşamıyordu. O gece yatağını cam kenarından odanın diğer köşesine çekmemizin nedeni de buydu. Kalabalığı görmemen ve olup biteni anlamaman içindi...
Artık o yok ama şunu bilmeni istiyorum Petra, senin yaşaman için yapılan bu fedakarlığı ancak bir şekilde ödeyebilirsin; Umudunu hiç yitirmemeli, hayata sımsıkı sarılıp yaşamalısın kızım.
YORUMCU ODASI : yorumcuodasi@gmail.com
2 yorum:
bu hikayenin sonu böyle olmamalı :(
harikaymış bu hikaye canım benim:)
aslında bizler birşeylerimizi kaybedince hayatın durduğunu akmadığını zannederiz ama hayat akmakta ve kayıpların yerine yeri dolmasada başka şeyler gelmekte güçlü olmalıyız ki bizi örnek alsınlar
!!hayata sımsıkı tutunalım!!
Yorum Gönder