11 Eylül 2009 Cuma

usta blogcu arkadaşım için cevap

Hızır Behlüldane'yi Takip Etmiş Olabilir Mi? Mar 21,2007 00:00 by Abbas TURAN İkibinüç yılı. Kış günlerinden birisinde Kazımgildeyiz. Taşyürek Sazevi'nin sahibi. Sevdiğim bir kardeşimdir Kazım. Her ne ise. Kazım'ın annesi patates közleyecek,biz de tuzlayıp tuzlayıp yiyeceğiz. Dedesi de orda Kazım'ın. Belli,konuşkan adam. Ağzı da laf yaptığı için,söylediklerini dinlettiriyor. Masal gibi öyküler anlatıyor hep. Hani şu,kıssadan hisse denilerek anlatılan şeylerden. Güzel ama. Hakikaten de, bizim oralıların ağzı açık dinledikleri şeyler. Çok defa cemlerde de anlatılırdı böyle şeyler. Ancak kimilerini ben yeni duyuyordum. Örneğin, "Behlüldane'nin Öyküleri". Hiç duymamıştım. Diyor ki Kazım'ın dedesi (tabi benim elimde kalem ve kırışık bir kağıt parçası var. Bitince de yerini ya bir selpak mendile ya da var ise sigara içen,onun sigara paketinin jelatin kısmının arka yüzüne. Beyaz olan tarafa yani); � Dinle bak,Harun Reşit'in zenginliği dillere destanmış. Bunu dünyada bilmeyen yokmuş ki zaten. Biliyorsun, O'nun kardeşi de Behlüldane. Mübarek adam,biraz bıdala. Yani saf. Harun Reşit paragöz. Ticaretçi. Mal alıp satmakta. Tüccar işte. Bir gün, ne olmuşsa bir işi çıkıyor pazara gidemiyor mallarının başında. O zaman Şam'a,Halep'e, Bağdat'a ve bilumum diğer yerlere kervanlar halinde götürürlermiş satılacak malları. Gör ki ne kadar deve yüklü. Üstelik ayrı ayrı diyarlara doğru gidenler var içlerinde. Yani senin anlayacağın, kervan sayısı da fazla olurmuş Harun Reşit'in. Ha, ne diyordum? Pazara gidemiyor. Diyor ki içinden; "bu gün de Behlüldane gitsin malların başında". Tam güvenemiyor da, başka çaresi de yok hani. Edemiyor,cingöz, yani uyanık bir adamını da Behlüldane'ye göz-kulak olması için O'nun yanına yoldaş ediyor. Efendime söyleyim, bunları yola çıkarırken de iyice tembih ediyor,"dikkatli olun,zararına mal vermeyin" diyor. Diyor demesine de, Behlüldane'nin yanında giden adam çok titiz ama,ne çare ki yanındaki de Harun Reşit'in kardeşi. Gel zaman git zaman,bunlar varıyorlar mı köylere. Şuydu buydu derken müşteriler geliyorlar beşer onar. Tabi kimse altın verip bir şey alacak güçte değil.Onlar da anlıyor tabi. Düşünceli bir anlarında, çocuğun birisi yaklaşıyor tezgahı kurdukları yere doğru. Tabi elinde de bir kalbura konmuş ekmek kırıntısı. Kalbur dolu. Uzatıyor Behlüldane'ye; " Ben de şunu almak istiyorum" diyor. Behlüldane şaşırıyor. Çünkü ekmek kırıntıları ile değiş-tokuş edilecek şey değil çocuğun istediği. Çocuk bu, umarak bakınca, Behlüldane dayanamıyor. Alıyor, torbaya dolduruyor bir kalbur dolusu ekmek kırıntısını. Buna karşılık çocuğun istediği şeyi veriyor. Çocuk sevinerek uzaklaşıyor ama, asıl iş bundan sonra başlıyor. Zaten Behlüldane'ye göz-kulak olması için yoldaş edilen adam alttan alttan uyarıyor O'nu. Bu yaptığının doğru olmadığını, bu yüzden kendisine de kızılacağını,hatta işinden edileceğini,daha da beteri zararın kendisine ödettirileceğini söylese de, dinleyen olmuyor. Çocuğun ekmek kırıntısı ile ticaret yaptığını duyan herkes kaptığı bile ekmek kırıntılarını soluğu Behlüldane'nin tezgahının başında alıyor. Behlüldane de kimsenin yüzüne duramıyor. "Vardır bir hayır " diye düşünerek kimseyi boş çevirmiyor. Olabildiğince herkesin istediğini veriyor. Tabi bu arada ekmek kırıntıları da develere yüklenmeyecek kadar çok oluyor. Alış-veriş işinden sonra,köylülerden "allahısmarladığı" çekiyor bu ikisi. Develer yüklü. Yük hem pahada hem de tartıda hafif. Harun Reşit'in gözlekçisi iyice şaşkın. Aklına bin türlü şey geliyor. İşin sonunun ne olacağını düşündükçe bacakları titiriyor. O kadar şeyi dağıtıp da karşılığında ekmek kırıntısı almanın ne anlama geldiğini bir türlü çözemiyor. O çocukların, annelerin, babaların sevinç bağırtılarını, gözlerindeki güzelliği görmüş olmaktan da için için mutlu olduğunu düşünüyor. Behlüldane ise tamamen mutlu. Bir sürü fakiri sevindirdiklerini ikide bir söyleyip söyleyip gülümsüyor. O gülümsedikçe, yanındaki de yavaş yavaş işi oluruna bıraktığını gösterir gibi " bana ne ya,söyledim dinlemedi" derim,olur biter. "O da O'nun kardeşi. Dövecek değildim ya." Diye içinden geçirerek kendini feraha çıkartmaya çalışıyorken Behlüldane birden; " Yazık şu develeri yormayalım. Bu ekmek kırıntıları bu kadar işe yaramaz nasıl olsa. Atalım şu denize. Hiç değilse balıklar yer. Böylece de develer de yükten kurtulmuş olur " der. Adam şaşırır ancak, kendisi için nasıl olsa değişen bir şey olmayacak. Bari develer kurtulsun. Behlüldane'nin dediğini yaparlar. Torbaların içindeki bütün ekmek kırıntılarını denize boşaltırlar (Kızıldeniz'e). Olan bundan sonra olur. Ekmek kırıntılarının atıldığını gören balıklar gelir yığılırlar denizin kenarına. Ye babam ye,iyice doyarlar. Bunu duyan diğer balıklar da gelir. Yani senin anlayacağın ne kadar balık var ise orada hemen hemen hepisi de iyice doyar ve mutlu olurlar tabi. Sonra ne olsa beğenirsin; balıkların ileri gelenlerinden birisi,sözü de geçiyormuş diğerlerine,demiş ki; "Eeey arkadaşlar,yediniz içtiniz,doydunuz ve mutlu oldunuz. Bütün bunlar Behlüldane'nin sayesinde oldu. Sevindirdi sizi. Ama görüyorsunuz ki eli boş gidecek Harun Reşit'in yanına. Kardeşi ama,olsun yine de bizler onun bu iyiliğinin altında kalmamalıyız. Haydin bakalım,yapacağımız iş o kadar da zor değil. Herkes dalsın denizin dibine bulabildiği kadar inci getirip atsın kenara. Sadece inci değil,elmas,altın da olabilir. Çabuk olun kervan geç kalırsa Harun Reşit başka adamlar gönderir. Behlüldane'nin yüzü kırışmasın. Canı sıkılmasın." Bunu duyan balıklar sözü geçen balığın dediklerini yapmışlar. Öyle ki getirdikleri değerli şeyler,inci,altın,elmas türündenmiş ve istemediğin kadar çok hem de. O kadar çokmuş ki,ekmek kırıntılarını boşalttıkları torbalar bile almamış. Her ne ise,getirip yıkmışlar Harun Reşit'in konağına. Görenler hayrete düşmüşler. Kimse bunun bir ticaret işi olduğuna inanmamış tabi. Mutlaka Hızır uğramıştır diyenler mi dersin, Allah'ın Behlüldane gibi bir insanı mahcup etmemek için böyle yaptı diyenler mi dersin,bir sürü şey. Tabi Harun Reşit de Behlüldane hakkındaki düşünceleri konusunda çok pişman olduğunu hissetmiş ama ne çare ki dile getirememiş. İşte hocam " et bir iyilik at denize,balık bilmezse halik bilir" lafı buradan gelmektedir. Yaa� Masalın bittiğini işaret edercesine avuçiçi ile dudaklarını siliyor. Gözleri kendini de ifade etmişliğin rahatlığı içinde. Beni bekliyor. Yani müthiş bir öykü olduğunu söylememi. Kazım'ın dedesi. Masal kahramanı gibi heyecanlandı. "Ne güzel bir öykü be dede" dedim demesine de. Neyse.

0 yorum:

gönlümden geçenlere bakın

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

bannerımı alırmısınız?


p>”"

gönlümden geçenler

gönlümden geçenler